AA76 | Roger Federer'den 3 Önemli Hayat Dersi
"Hayat da böyle, bir puanı, bir maçı, bir mülakat, bir işi, bir yarışmayı kaybedeceksiniz. Hayat inişli çıkışlı bir yolculuk olacak. Düşüşteyken kendinizden şüphe edecek, kendinize acıyacaksınız."
Sevgili Aklımın Akışı okuyucuları, 76. sayıyla yine beraberiz.
Bu sefer Aklımın Akışını, canım eşim Cansu’nun bana “belki Aklımın Akışı’nda kullanırsın” diye gönderdiği bir videodan, Roger Federer’in Dartmouth Kolejinde fahri doktora ünvanı aldığı mezuniyet töreninde yaptığı konuşmayla besleneceğim.
Bu videoyu ilk izlediğimde çok etkilenmiştim, ancak Aklımın Akışı’na yazı olarak ekleyeyim diye tekrar izlediğimde, ilk izlediğimde fark etmediğim güzellikte detayları fark ettim.
Sonra dedim ki kendi kendime, böyle odaklanmadan, çalakalem, hızlıca okuduğumuz, dinlediğimiz, izlediğimiz birçok içeriğin çekirdeğine ulaşamıyoruz.
Halbuki odaklana odaklana, tüm kafamızı vererek tüketsek bu içerikleri, hayatımızı değiştirecek asıl çekirdeğe daha kolay ulaşabiliriz.
Bu bana bir ders olsun, bunu bir köşeye koyalım.
Ancak asıl konu şu,
Ben bu videoyu izledikten sonra, bu videodan da beslenerek bir içerik yazarım diye düşündüm. Ama sonraları dedim ki kendi kendime, “konuşma o kadar temiz, o kadar net ve o kadar dolu ki, ben hiç bu konuşmayı bir de kendim yorumlamayayım, “lost in translation” riskine girmeyeyim, en iyisi direkt onun konuşmasını alıp, buraya Türkçeleştirerek koyayım.
Böylece, aşağıda Roger Federer’in tüm tenis kariyeri boyunca öğrendiği 3 önemli dersi sizler için aşağıya maddeledim.
Bu dersler direkt Roger Federer’in kendi ağzından.
Hiç değiştirmeden, ancak akıcı hale getirerek yazdım.
Şimdiden iyi okumalar.
1. Çabasız Galibiyetlerin Geçmişleri Vardır
“Maçlarım sırasında şu yorumları hep duyuyordum: “adam terlemedi bile” veya “o kadar kolay kazandı ki, çaba bile göstermedi”. Halbuki ben bu işi bu kadar çabasız yapana kadar, çok büyük bir emeğin üstünde oturdum yıllarca. Sakin kalmayı öğrenene kadar sürekli mızmızlandığım, soğukkanlı kalmayı öğrenene kadar sürekli küfrettiğim, raketleri fırlattığım çok uzun bir dönemden geçtim.
Tenise ilk başladığımda bu kadar çaba göstermiyordum. Bunu bir rakibimden duyduğum şu cümleyle fark ettim: “Federer ilk iki saat favoridir, sonra ben kazanırım”.
Gerçekten de o zamanlar ilk iki saat çok iyiyken, sonrasında dizlerim titremeye başlıyor, zihnim dağılıyor, disiplinim çözülüyordu.
İlk iki saat gösterdiğim müthiş performansın devamını getiremiyordum.
O gün “yapılacak çok iş var” dedim ve kolları sıvadım. Antrenmanı katladım, ritmi sertleştirdim.
Ve şunu fark ettim, dışarıdan çabasız görünen galibiyet, aslında sarf edilen emeğin en üst düzeyidir.
2. Unutma, Bu Sadece Bir Sayı
Hayatta bazen kazanmak için her şeyinizi verir ama yine de kaybedersiniz. Bir sınav, bir spor müsabakası, bir yarışma. Hayatın her alanında birinciden sonrası unutulur.
Tenis acımasız bir oyundur; her turnuva aynı şekilde biter. Bir kişi kupayı kaldırır, diğerleri uçağa biner, evine döner. Kaybeden kişi uçakta pencereden dışarı bakarken şöyle düşünür: “Bu maçı nasıl kaybettim ben?”
Benim en büyük kayıplarımdan biri 2008 Wimbledon finaliydi. Nadal’a karşı oynamıştım. Pek çok kişi hâlâ o maçı “tüm zamanların en iyi maçı” olarak bilir.
O maçı kaybettim.
O gün altı kez üst üste şampiyonluk rekoru için oynuyordum. O maçı da alsaydım kariyerimde inanılmaz bir sıçrama yapacaktım. Bir daha üst üste 6 şampiyonluk şansım olmayacaktı.
Ama iş işten geçmişti. Rafa kazandı, hak ederek kazandı.
Böyle yenilgiler insana çok ağır gelir. Dünya sıralamasındaki birinciliğimi kaybettim, “Acaba Federer devrinin sonu mu?” diyenler oldu.
Ama ben ne yapmam gerektiğini biliyordum: çalışmaya, mücadele etmeye devam etmek. Çünkü teniste mükemmellik yoktur.
Kariyerimde 1500’den fazla maç oynadım ve %80’ini kazandım. Ama oynadığım tüm puanların yalnızca %54’ünü alabildim.
Bu ne demek biliyor musunuz? En iyiler bile oynadıkları puanların neredeyse yarısını kaybeder. O yüzden her puana takılamazsınız.
Bir çift hata mı yaptınız? Sadece bir puan kaybettiniz. Fileye gelip geçildiniz mi? O da sadece bir puandı, geçti gitti. ESPN’de haftanın en iyi hareketlerine giren bir vuruş mu yaptınız? O da sadece bir puandı. O an oynarken dünyanın en önemli şeyi oydu, ama biter bitmez unutulmalıydı. Çünkü ancak bu bakış açısıyla özgürleşebilirdiniz. Ancak böyle bakarsanız, bir sonraki puana tüm berraklığınız ve odaklanmanızla girmeniz mümkün olur.
Hayat da böyle, bir puanı, bir maçı, bir mülakat, bir işi, bir yarışmayı kaybedeceksiniz. Hayat inişli çıkışlı bir yolculuk olacak. Düşüşteyken kendinizden şüphe edecek, kendinize acıyacaksınız
Ama unutmayın, rakiplerinizin de süreçleri aynıdır. Negatif enerji boşa harcanan enerjidir. Önemli olan, zor anları aşmayı öğrenmektir. Şampiyonları diğerlerinden ayıran şey budur: her puanı kazanmaları değil, kaybı tekrar tekrar yaşayıp onunla başa çıkmayı bilmeleri.
3. Hayat Korttan Büyüktür
Bir tenis kortu küçücük bir yerdir. Bir yurt odasından biraz daha büyüktür. Ben o küçük alanda yıllarımı harcadım, çalıştım, öğrendim, koştum.Ama bu korta ilk başta girdiğimde bile şunu fark etmiştim: tenis bana dünyayı gösterebilir ama dünyanın kendisi olamaz.
Eninde sonunda, hayatın bir noktasında raketi bıracaktım. Asıl mesele, kortun dışında nasıl bir hayat kurduğumdu.
En iyi beşteyken bile sadece maç kazanmakla yetinmedim; seyahat etmek, farklı kültürler görmek, dostluklar kurmak ve ailemle dolu dolu bir hayat yaşamak istedim.
14 yaşında evden ayrılıp İsviçre’nin Fransızca konuşulan kısmında okula gittiğimde ilk başta feci derecede ev özlemi çektim. Ama sonra hareket hâlindeki hayatı sevmeyi öğrendim. Belki de bu yüzden hiç tükenmedim.
Ve bir noktada şunu fark ettim: bu yolculuk sadece benimle ilgili olmamalı.
Bir vakıf kurdum. Amacım, çocuklara eğitim yoluyla güç vermekti. İsviçre’de okul öncesi eğitim doğal bir hak gibi görülürken, Sahra Altı Afrika’da çocukların yüzde 75’i buna erişemiyordu.
Biz bugüne kadar 3 milyona yakın çocuğa ulaşabildik, 55 binden fazla öğretmeni destekledik. Bu benim için büyük bir onur oldu.
O çocuklardan bazıları öğretmen oldu, bazıları hemşire, bazıları bilgisayar programcısı. Hayatlarını değiştirebilmiş olmak tarifsiz bir mutluluk.
O zaman ders şu: hayat, kortun sınırlarıyla bitmiyor. O küçük çizgilerin dışına çıktığınızda çok daha büyük bir oyun başlıyor. Siz de kendi yolunuzu bulduğunuzda anlayacaksınız: asıl mesele, korttan kazandıklarınızı dünyanın geri kalanına nasıl taşıdığınız.
Ben videoda Roger Federer’in anlattıklarını yukarıdaki 3 maddede iyi özetlediğimi düşünsem de, videonun tamamını izlemek isteyen olur belki diye, 25 dakikalık tam halini aşağıya bırakıyorum:
Sevgili dostlar,
Aklımın Akışı bu hafta da son buldu.
Umarım her hafta yoğun bir şekilde bu bülteni hazırlamak için sarf ettiğim çaba sizler tarafında karşılık buluyordur ve bültenden bültene hayatınızı az da olsa değiştirebiliyorumdur.
Bu benim için böyle oluyor çünkü yazmak benim için aynı zamanda araştırmak, öğrenmek ve gelişmek. Yani, burada üst telden sizlere bir şeyler anlatan biri değil, sizlere bir şey anlatmak için yola çıkarken bir şeyler öğrenen biri olarak duruyorum.
Bülteni kapatmadan, izninizle benim için ve sizler için önemli bir haberim var, onu da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Twitter hesabımda sadece abonelere özel içerikler üretmeye başladım. Aylık çok uygun bir ücretle X hesabıma abone olabilir ve bu özel içeriklerden yararlanabilirsiniz.
Bu konuyla ilgili bilgi almak için yukarıdaki reklama veya BURAYA tıklayabilirsiniz.
Sonraki bültenlerde görüşmek üzere.