AA72 | Modernite Artık Diyalog Değil, Monolog Üretiyor
Çünkü mesela “şimdi bir peygamber gelse de bir ayet okusa, bin tane de dinlemek zorunda. Bir doğruyu söylese, "bu öyle değil böyledir" diyenleri işitmek zorunda."
Sevgili dostlar, herkese merhabalar.
Uzun bir aradan sonra Aklımın Akışı ile yine beraberiz.
Aramızdaki boşluğun bu kadar büyüyeceğini tahmin etmezdim ancak sonunda bu boşluğu kapatmak için gerekli motivasyonu kendimde buldum (ama bir o kadar da zorlandım, açıkçası).
Umuyorum ki bundan sonra Aklımın Akışı’nda kesintisiz bir şekilde birlikte olmaya devam ederiz.
Bu bültende, artık günümüzde insanlarla polemiğe girmenin, onların fikirlerini değiştirebilmek için konuşmanın, kendini anlatmanın, tartışmaya girmenin ne kadar fuzuli olduğundan bahsetmek istiyorum.
Cemil Meriç eskiden “Münakaşada zafer mağlup olanındır. Yenilmek zenginleşmektir.” demiş. İlk okuduğumda ne kadar da güzel bir ifade diye düşünmüştüm.
Biriyle bir konu hakkında tartışıyorsun, sohbet ediyorsun, karşı tarafın da fikrini dinliyorsun, yensen de, yenilsen de kendine bir şeyler katıyorsun. Hele ki mağlup olunca, daha da büyük bir zafer kazanıyorsun çünkü yıllardır tutunduğun fikirlerin aslında yanlış olduğunu, çok farklı fikirlerin de bazı doğrular barındırdığını fark ediyorsun.
Bu büyük bir aydınlanma aslında.
Ya da, bu büyük bir aydınlanmaydı aslında.
Çünkü günümüzde tartışma kültürü, münazara kültürü, münakaşa kültürü kalmadı. Biz kendimiz ortadan kaldırdık bu kültürü. Hatta belki bunu eleştirel dille yazan benim bile toplumun içerisinde bir parça olarak buna katkım vardır.
Çünkü artık herkesin her konuda bir fikri var çünkü sosyal medya herkese binlerce mikrofon uzattı. Bir konuda uzman olmasanız bile uzman edasıyla yazabiliyorsunuz ve eğer bu konuda iyiyseniz (konunun kendisinde değil, konunun kendisini iyi bildiğinizi karşı tarafa inandırma konusunda iyiyseniz) bayağı bir takipçi de toplayabiliyorsunuz.
Takipçi toplamasanız bile, birilerinin yazdığı içeriklere yanıt vererek kendinizi göz önüne alıp, fikrinizi ortaya bırakabiliyorsunuz.
Böylece, her kafadan her sesin çıktığı, herkesin her konuda bir şeyler bildiği büyük bir kakafoni doğuyor.
Bu sefer de acaba okuduğun fikir doğru fikir mi, kişi doğru kişi mi, şu an bilgi mi alıyorum beynime yoksa çöp mü alıyorum gibi sorgulamalar doğuyor.
Sürecin en başından en sonuna kadar sürekli huzursuzluk.
Bu konuyla ilgili Şule Gürbüz, Öyle miymiş? kitabında şunu yazmış:
“Şimdi bir peygamber gelse de bir ayet okusa, bin tane de dinlemek zorunda. Bir doğruyu söylese, "bu öyle değil böyledir" diyenleri işitmek zorunda. Bir şifalı içecek sunsa birden içine birisinin zencefil de ilave edip "böylesi daha faydalı" dediğini dünya gözüyle görmek, duymak zorunda.
Yaa, peygamberliğin bile zamanı var. Firavunun yılana çevirdiği asa ile cebelleşirsin de, bütün bir geçmişin, kainatın, Harun'un diline, Davudun sesine, Eyüp'ün kabuklarına, Yakup'un gözyaşlarının içine baka baka "kime göre, neye göre" diyen devir canlısına ne cevap vereceksin?”
Yani özetle, geldiğimiz bu noktada, polemiğe girmek, entelektüel anlamda zenginleştirerek zenginleşmek, münakaşaya girip daha değerli çıkmak filan hikaye oldu.
Çünkü Zygmunt Bauman’ın cümleleriyle anlatmak gerekirse, “modernite artık diyalog değil, monolog üretiyor”.
Herkesin söylediği kendi yankısında kayboluyor. Sesler çarpışıyor ama anlamlar birbirine ulaşamıyor.
Hiçkimse aslında karşı tarafı tam olarak dinlemiyor, herkes kendi cümlesinin sırasının gelmesini bekliyor.
Fight Club’ta Helena Bonham Carter ile Edward Norton bir kanser terapi grubunda karşılaşırlar. Helena Bonham Carter kanser olmamasına rağmen bu terapi grubuna dahil olmuştur. Edward Norton, Helena’ya “ölüm riskin olmamasına rağmen neden kanser hastaları terapi grubundasın?” diye sorar.
Onun cevabı efsanedir: “İnsanlar öleceğini bildiklerine, konuşma sırasının onlara gelmesini beklemek yerine, gerçekten seni dinlemeye başlıyorlar”
O yüzden, hep diyorum, kendi bildiğiniz doğru neyse oradan devam edin, kimseye fikir sormayın, kimseyle tartışmaya girmeyin, kimseye kendinizi kanıtlamaya çalışmayın, kimsenin size kendini kanıtlamaya çalışmasına da izin vermeyin.
Bu dönemler geçti. Artık maksimum bireysellik dönemi.
Kendi gemisini en bağımsız yüzdüren, en kral kaptandır.
Uzun bir aradan sonra gelen ilk Aklımın Akışı, biraz sert mi oldu ne?
Bu seferlik böyle olsun.
Bir araya tekrar geldiğimiz için mutluyum dostlar.
Yorumlarınızı beklerim.
aa, bir dakika,
Bülteni kapatmadan, rutini bozmayalım, size bir şarkı tavsiye edeyim.
Necati ve Saykolar - Bir Garip Dünya
Bir garip dünya durmuş gibi, uçurumdayım düşmekteyim.
Geri al ne olur nefretini, için için soldum, çürümekteyim.
Çok özlemişiz...
Hocam bu yazınızı okurken kendi düşüncelerimi okumuş gibi hissettim. Emeğinize sağlık