AA39 | Ulaşılamama Hakkı
İnsan geliştikçe, insan hakkı da gelişmeli. Teknoloji ilerledikçe, özel hayatımızın sınırları daha da kalınlaşmalı. Yoksa hepimiz sürekli çalışan mekanik robotlara döneceğiz.
Meslekteki ağabeylerimiz anlatırdı, eskiden Türkiye’nin herhangi bir bölgesinde çalışan satışçılar sahaya çıktıklarında 2-3 ay boyunca ofise gelmezler, siparişleri ayda 1 ankesörlü telefondan merkeze iletirler, müdürleriyle neredeyse haftada 1 görüşürlermiş.
Siparişler toplanıp, dosyalanır, merkez ofisi arama günü gelene kadar biriktirilir ve tek bir seferde iletilirmiş.
Düşünün, 1 ay boyunca müdürle sadece 3-4 defa görüşüyorsun, siparişleri merkeze göndermek için sadece ayda 1 kere ofisi araman yeterli, 2-3 ayda bir de ofise uğradın mı, tüm “şirket içi iletişim” mevzusunu çözmüş oldun.
Seni arayan yok, çünkü aranamaz bir haldesin. Cep telefonu yok, internet yok, laptop yok, hiçbir şey yok.
Sadece sen istediğin zaman ulaşılabilir halde olduğun bir durum.
Şimdi?
Gün içerisinde ardı arkası kesilmeyen mailler, sürekli arayan yöneticiler, daha fazla iş için bastıran patronlar, tüm takvimi dolduran toplantılar, zoom görüşmeleri, Teams/Whatsapp yazışmaları.
Müşterinin de, yöneticinin de, iş arkadaşının da sana her an ulaşabildiği, üstelik hızlıca da dönüş beklediği onlarca senaryo.
Daha da kötüsü, bu sürekli zorunlu iletişim, mesai saatleriyle de sınırlı kalmıyor. Geldiğimiz bu noktada, mesai saati dediğimiz kavram çoğu şirket ve yönetici için neredeyse bitti.
Bir patron seni işe aldığı için, bir yönetici onun ekibinde olduğun için, bir iş arkadaşı yan masanda oturduğu için, sana mesai saatleri dışında bile, gece gündüz, 7/24 ulaşma hakkını kendinde görüyor.
Right to Disconnect / Ulaşılamama Hakkı
Yani, gelişen teknolojinin bizi her an, her yerde “ulaşılabilir” yaptığı aşikar. Ofise her gün gelmek zorundasın, evden çalışıyorsan Teams’te veya şirket içi kullanılan uygulamada ONLINE gözükmek zorundasın, verilen işe hemen yanıt vermek ve halletmek zorundasın.
Bu şartlar altında, özellikle insan haklarının ön planda olduğu bazı medeni ülkelerde, ulaşılamama hakkının bir insan hakkı olarak kazanımı hiç olmadığı kadar gündemde.
Aklımın Akışı bültenini seviyorsan, bu bültenin çeşitli masraflarını karşılamak için bana bir kahve ısmarlayabilirsin. Şuradan.
Nedir peki bu ulaşılamama hakkı?
Ulaşılamama hakkı, insanların işten bağlantısını istediği zaman kesebilmesi ve öncelikle mesai saatleri dışında olmak üzere e-posta veya telefon gibi işle ilgili iletişimlere katılmama seçeneği olarak önerilen bir insan hakkı.
İş hayatı ve ev hayatı arasında, mesai saatleri ile mesai dışı saatler arasında daralan sınırlar ve teknolojinin bize kazandırdığı esneklik aslında hayatımızı koruyan sınırları inceltiyor ve tüm bunların sonucunda özel hayatlarımız bile aşırı müdahaleye açık hale geliyor. Daha doğrusu, “iş dışında bir hayat YAŞAYAMAZ oluyoruz".”
İşte bu tür durumlarda, “şu an mesai saati dışındayım, isteğinize dönemeyeceğim” demek, “şu an mesai saati dışındayım, aramanızı cevaplamayacağım” demek, “şu an mesai saati dışındayım, mailinizi okumayacağım” demek artık bir insan hakkı olarak görülüyor.
Bu tabi sadece mesai saati dışıyla da sınırlanmıyor, bazı şirketler ve yöneticiler çalışanına öyle ağır baskılar uyguluyor ki, çalışanın gerçeklikle bağlantısı tamamen kopuyor, hiçbir hayatı kalmadan sürekli çalışan bir robota dönüyor.
Hayatının diğer kısımları da bundan çok etkileniyor. Kişi “iş hayatındaki yoğun baskı ve stres” yüzünden eşine, ailesine, kendisine, hobisine, hayatına, sağlığına dikkat edecek eforu ve zamanı bulamıyor.
İşte bu tür durumlarda da mesela ayda bir ekstra bir tatil veya yıllık izine eklenen 2-3 günlük bir “ulaşılamama izni” çalışanların motivasyonlarına çok olumlu etki ediyor.
2015’te ilk olarak Fransa’da konuşulan bu right to disconnect mevzusu, şimdilerde hemen hemen her Avrupa ülkesinde konuşulan bir norm. Hükümet eliyle henüz olmasa da, büyük şirketler eliyle çalışanlara verilen bir hak.
Umarım hepimiz kariyerimizde istediğimiz zaman ulaşılamayacağımız ancak bunu talep etmenin de bizi ötekileştirmeyeceği medeniyete ulaşırız.
Haftanın Şarkısı
Şebnem Ferah, Özlem Tekin, Pamela Spence eskide kaldı, şimdilerde Sena Şener, Fatma Turgut, Sedef Sebüktekin popüler.
Onların yanına bir de Asude Cemre’yi ekleyelim.
Kendisinin Rock&Metal bağlantısından dolayı az çok takibimdeydi, özellikle Epica ve Kamelot şarkılarını çok iyi seslendiriyordu.
Kendi albümünü çıkarmış. Hatta, albümün en önemli şarkılarından birine de bir klip çekmiş.
Şarkının ismi Masal. Ben sevdim, o yüzden sizlerle de paylaşmak istedim. Aşağıya bırakıyorum.
İstanbul’da, İstanbul’da her günüm karmaşa,
Kendi masalıyla başbaşa
Bazen bi kâbustur gördüğün
Bu şehirde suskunluklar sevdadandır
Susuyorsak bu aşktandır.
Aklımın Akışı bülteninin 39. sayısının sonuna geldik.
Tüm desteğin için teşekkürler. Eğer bu bülteni sevdiysen LIKE’lamayı ve aşağıdaki butona basarak yorum yazmayı unutma.
Aklımın Akışı’nın önceki 38 bültenini okumak istersen, şurayı ziyaret edebilirsin.
Eğer Trading ile profesyonel olarak ilgilenmek istiyorsan, Atölyemizi ziyaret edebilir, profesyonel eğitimlerime göz atabilirsin. Tıkla!
Borsanın İzinden BLOG’ta da onlarca yazı/ders/tecrübe paylaşımı ücretsiz bir şekilde seni bekliyor, ziyaret etmek için Tıkla!
Twitter hesaplarımı takip et: Borsanın İzinden / Trading Motivasyonu / İbrahim Babadağı Instagram
YouTube kanalıma abone ol: Borsanın İzinden YouTube
Bunlar ve geri kalan tüm linkler, derli toplu şekilde şurada, TIKLA!
Haftaya görüşmek üzere.
80 lerin sonunda başlayan satış hayatımda yıllarca 25 gün seyahat, 5 gün İstanbul (ev) çalıştım. Sadece sabahları siparişler-tahsilatlar-fiyat değişiklikleri bilgilerini alıp/verme dışında gün içinde temasımız olmazdı şirketle. Daha rahat ve verimli çalışılıyordu... Rock müzikle çok aram yok. Şebnem Ferah sonrasında pek kimseyi de dinlemiyordum. Asude CEMRE nin yorumunu çok beğendim, Teşekkürler Başkan...